Türkiyeli Yurttaşlar Meclisi’nden Ümit Metin’le Göçmenlik Üzerine
|Açık Dergi ekibinden İlksen Mavituna ve Gözde Kazaz Paris’te Türkiyeli Yurttaşlar Meclisi’nin (ACORT) koordinatörü Ümit Metin’le buluşmuşlar ve hem ACORT hakkında hem de genel olarak göçmenlik hakkında konuşmuşlardı. ACORT 1981 yılından beri, Türkiye’den Fransa’ya göç eden vatandaşları, politik görüşlerinden bağımsız olarak göçmen üst kimliği etrafında bir araya getirmeye çalışıyor. 20 Eylül 2011 tarihinde Açık Radyo’da, Açık Dergi programında yayınlanmıştır.
Avrupa’daki Göçmen Sorununa Dair İçeriden Söz Söyleyebilmek
Paris’te konuşlanan ACORT (Türkiyeli Yurttaşlar Meclisi), Fransa’ya göç eden vatandaşları, 1981 yılından beri, politik görüşlerinden bağımsız olarak bir göçmen üst kimliği etrafında bir araya getirmeye çalışıyor. ACORT’un koordinatörü Ümit Metin’e göre, 80’li yıllardan bugüne Avrupa’da yükselen sağ, göçmenler arasında gettolaşma eğilimine neden oluyor. Göçmenler safındaki kitlesel örgütlenme, cemaat yapılanmasına, küçük dayanışma gruplarına ve içine kapanmaya evriliyor.
ACORT hangi koşullarda ortaya çıktı?
ACORT, 1981 yılında, burada oturma hakkı olmayan insanlar tarafından yürütülen bir mücadele sonucu kuruldu. 30 günlük bir açlık grevinin ardından, o eylemi sürdüren insanlar tarafından kurulan bir dernek. 1985’te beri göç hareketi içinde yer alıyoruz. Sadece Türkiyeli göçmenler üzerinden değil, Afrikalılar ya da Cezayirliler gibi farklı göçmen topluluklarıyla birlikte göç mücadelesine katılıyoruz.
ACORT’un kuruluşundan itibaren, mülteciler olarak artık Fransa’da yaşadığımızı ve Türkiye’deki örgütlerle insan hakları dayanışması dışında örgütsel bir ilişki olmaması gerektiğini düşündük. Türkiye’yle herhangi bir organik bağımız yok, siyasi partinin veya bir örgütün yan çalışması değiliz.
Temelde söylemimiz şuydu: “bulunduğumuz yerde hayatlarımızla ilgili tartışabilelim, o zaman politik ayrılıklarımız varsa ortaya çıksın.” Türkiyelilik çatısı etrafında bir araya gelmeyi istedik, fakat bu çok yankı bulmadı. Çeşitli gruplar tarafından dışlandık. Sol örgütler, “ne oldu size devrimi mi bıraktınız” sorgulamasına girdi.
“Azınlık sorununa karşı içimize kapanmaktansa tartışmanın parçası olmak istedik “
Türkiye’den sol örgütler böyle düşünürken, deneyimimizle gördük ki Fransız solu bile bize farklı bakıyor. Göç olayını elbette bizim gibi yaşamadılar, bir yandan da paternalist bir bakışları vardı bu konuya. Bu toplum içinde, farklı görülen gruplara karşı bir dışlama ve ötekileştirme var. Bu resmi olarak devlet tarafından yürütülüyor, bir yandan da toplum içine sinmiş bir kültürel yaklaşım olarak kendisini gösteriyor, bir azınlık sorunu olarak. Biz bu azınlık sorununa karşı bir cemaat örgütlenmesi oluşturarak içimize kapanmaktansa, Fransa’da çözülecek bir sorun varsa, biz de fikrilerimizi getirebilelim istedik.
Göçmen derneklerinin kendi aralarında örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Fakat Türkiye’yle bağlantılı bir cemaat örgütlenmesinin ötesinde, bu derneklerin kendi ihtiyaçlarını giderebilecekleri kurumları yaratması şart. ACORT’un haftada bir yayınlanan iki dilli radyo programı ‘Arc-En-Ciel’ (Gökkuşağı)’nı yaparken bunu düşünmüştük. Sekiz yıldan beri bir film festivali yapıyoruz. Bu faaliyetlerini her birinin amacı kurumlaşması; ama Türkiye’deki yapılanmalara eklenmeden, Fransa’daki kurumların yanında bir kurum olsun, bunun mücadelesini veriyoruz.
“Fransa’daki göçmen politikası asimilasyondan dışlamaya döndü”
ACORT’un faaliyete geçtiği 1985 yılından bugüne, Fransa’daki göçmenlerin durumu nasıl bir seyir izledi?
Göçmenlerin Fransa toplumu içindeki hukuki olarak yerleri ve gündelik hayatta yaşadıkları dışlanmaya baktığımızda, 1985’e gitmeye gerek yok, 10 yıl öncesine kıyasla da geriye gittiğimizi görüyoruz. Fransa bir göç ülkesi. 1986’ya kadar, aileniz Fransız olmasa bile Fransa’da doğduğunuz takdirde vatandaşlık alabiliyordunuz. Fransa’nın entegrasyon ötesinde asimilasyon politikası vardı. Bugüne geldiğimizde, Müslüman topluluklara yaklaşımın, asimilasyondan öteye geçip dışlama politikasına döndüğünü görüyoruz. Dışlama ve gettolaşmayı kurumlaştırma var. Bizim gibi diğer göçmen dernekleriyle birlikte mücadele eden göçmen dayanışma derneklerine devletin bakışı değişti. Kendi içinde kalan örgütlerin daha önemli olduğunu düşünebiliyor mesela.
Bu dışlama politikası Türkiyelilerin hayat pratiğine nasıl yansıyor?
Ermeni soykırımıyla ilgili tartışmalar ve sonrasına AB’ye girme tartışmalarının başlaması dönüm noktası oldu. Türkiyeliler öncesinde “Göçmen sorunu bizi ilgilendirmiyor, bu Arapların sorunu” gibi ırkçı bir yaklaşıma sahipti. Bu tartışmalar gösterdi ki Fransız toplumu etnisite ayrımı yapmıyor. ACORT’un ilk kurulduğu yıllarda 1500’e yakın insanın bir araya geldiği eylemler yapıyorduk biz. Sağcı-solcu-Kürt-Alevi vardı aralarında. Türkiyelilik adı altında bir üst kimlik oluşturabilmiştik. Seksizme ya da ırkçılığa karşı bakış açımızla yaratabilmiştik bu birlikteliği. Bu tartışmalardan sonra, herkes kendi içine kapandı. Artık insanlar; “biz ne yaparsak yapalım bizi kabul etmeyecekler” mantığına döndü. Bu mantık ta daha küçük kimlikler etrafında biraya gelip insanların kendini korumasına neden oldu.
Sorunun güncel analizini koyduktan sonra, ACORT şu anda nasıl örgütlenmeyi düşünüyor? Belli bir strateji değişikliği var mı?
ACORT’un ötesinde, solun bulunduğu noktadan düşünmek gerekiyor. Bu dönem dünyanın her tarafında milliyetçiliğin, kendi içine kapanmanın yükseldiği bir dönem. Bunun yanında, 2008’de yaşanan ekonomik krizin ardından insanların kendi geleceklerinden korktuklarını görüyoruz. Günah keçisi arıyorlar, böyle bir korkuyla yaşayan insanlar yeniye ve farklılığa daha kapalı oluyor. Özellikle Sarkozy’nin başkan olduğu bir dönemde..
“Sarkozy hükümeti ‘Göçmen Suçludur’ söylemini getiriyor”
2007 den beri, özellikle de 2012 seçimlerine hazırlık olarak son iki senedir Sarkozy hükümeti “göçmen suçludur” söylemini getiriyor. Bunun sonuçları olarak, son seçimlerde Fransa’da aşırı sağın yükselişini gördük. 2012 seçimlerinin anketlerinde aşırı sağ 3. parti olarak görülüyor.
Benim gördüğüm kadarıyla, ACORT gibi derneklerin devlet tarafından para yardımı kesiliyor. Özellikle banliyölerde daha küçük ölçekli sivil toplum kuruluşlarının ortadan kalkması söz konusu. Maddi imkanları yok ve yok oluyorlar. O mahallelerdeki derneklere gençlerin kendini ifade edebileceği bir zemin olarak bakarsak, bu imkanın artık yok olduğunu görüyoruz. Konuşarak, faaliyet yaparak kendini ifade etme ötesinde şiddetin dışında kendi ifade etme imkanı bırakılmıyor. Durum bu bakımdan çok korkutucu.
Eskiden ırkçı söylemi açık açık söylemek cesaret isterdi. Artık resmi olarak açık açık söylenebiliyor. O söylem kendi kabul ettirmiş oldu. Ve Türkiyelilere baktığımızda hala Türkiye’de yaşıyormuş gibi bir mantık var. Ayaklar burada ama kafa hala Türkiye’de.
ACORT Türkiyeli göçmenlere ulaşabiliyor mu?
ACORT’un meşruiyetinin olması insanların buraya gelmesini sağlayabiliyor, nötr bir tavrı olduğu da biliniyor. Ancak bunu politik bir tavra dönüştüremiyoruz.
Bizim ACORT olarak kitlesel bir faaliyete dönüşecek durumumuz yok artık. Mesela 90’lı yıllarda açlık grevi yaparak farklı örgütlerin her birinden 900 Türkiyeli’yi bir araya getirip 3-4 ay açlık grevi yaptığımız dönemler oldu. Orada MHP’lisinden PKK’lisine insanlar bir arada kaldılar, ACORT etrafında dayanışma içine girdiler. 800 kişi toplantılar yapıp karar aldırıyorduk.
Artık insanlara politik bir kültür vermeye çalışıyoruz. Şu anda radyo yayını, sinema festivali, ya da dönem dönem Türkiyelilerin yaşadığı mahallede sokak şenliği yaparak sağlıyoruz bunu. Türkiye’den farklı grupların ve diğer göçmen derneklerini katılmasını, ya da tek tek insanlara ulaşarak bize katılmasını sağlamaya çalışıyoruz.
ACORT olarak biz de arayış içinde olduğumuzu ve bir arayış zemini sunduğumuzu söylüyoruz. Reçete yok elimizde. Belki de sorun burada yatıyor: halkımız, ve tüm halklar bir şekilde reçetelere sarıldılar, bayrağa ya da kitaba sarıldılar. Böyle bir alışkanlık olduğu takdirde bizim gibi dernek “gelin düşünelim bu toplumdaki yerimiz nedir? Bu topluma nasıl katılacağız? Diğer STK’larla ilişkimiz nedir” sorularını sorduğunda biraz farklı kaçıyor.